Eğitsel Gönderi-8 (Blog Yazıları-8)




1940'lı yıllarda Berkeley'deki ilk senesinde doktora hocası Neyman tarafından George Dantzing ile ilgili anlatılan meşhur hikayeyi sizinle paylaşmak isterim. Hikâye şöyledir:

Dantzing bir gün derse geç gelmiş ve tahtadaki iki istatistik problemini  defterine yazıp eve götürmüş.Soruların üstünde saatlerce uğraştıktan sonra ikisini de çözmeyi başarmış.Günler sonra cevapları Profesör Neyman'ın masasına bırakmış.

Profesör yanıtları görünce Dantzing'in evine gitmiş ve George'un ev ödevi sanarak çözdüğü soruların aslında istatistikte çözülememiş iki problemin çözümü olduğunu söylemiş.Bunun üstüne George Dantzig "Birisi bana bu problemlerin,iki ünlü çözülemeyen problem olduğunu söylemiş olsaydı sanırım onları çözmeyi denemezdim bile"demiş.

Bu hikayenin kahramanı matematikçi ve bilgisayar bilimcisi George Dantzing" doğrusal programlama problemleri"nin çözümünde kullanılan Simplex Algoritması'nın mucididir.


Bir söyleşisinde Dantzing ile ilgili bu hikâyeden bahseden Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Ziya Selçuk hikayenin ardından  "Acaba çocuklarımızı neye koşullayarak onların hangi problemleri çözmelerine engel oluyoruz?" sorusunu sormuştur.Ben de kendime ve sizlere bu soruyu sormak istedim bugün.Biraz da cevaplayabilirsem ne âlâ.

Acaba biz öğretmenler hatta daha geniş çerçeveden bakarsak yetişkinler olarak çocuklarımızın ne yapıp ne yapamayacaklarını onlardan daha iyi biliyormuş gibi mi davranıyoruz? 

Öğretmen kimliğimizle baktığımızı varsayalım.Konuyu anlatır, pekiştirici örneklerimizi çözer,uygulamalarımızı ve etkinliklerimizi yapar,sonrasında sınıfa şöyle bir bakarız.Elimizde zorlayıcı güzel sorular vardır ama "Acaba sorsam yanıt alır mıyım?" endişesi ile soruları yöneltmeye çekiniriz.Çoğu zaman zorlayıcı sorulara girmeden konuyu tamamlarız.

Zorlayıcı sorular soracağımız zaman da ileri seviye sorular vereceğimizi uğraşan olursa yardım edebileceğimizi daha en başta söyleriz.Hatta o yetmez hazırladığımız çalışma kağıtlarının başına "Meraklısına Sorular" gibi notlar yazarız.Öğrenci kağıdı eline alır almaz "Meraklısına mı? O zaman ben bakmayayım." der.Meraklısı değildir çünkü.Dolayısı ile sorular ortada kalır.
Peki biz  o soruların zor olduğunu en baştan neden söyleriz?
Bunun sebeplerinden biri çözemezlerse morallerinin  bozulmaması olabilir.Aslında bununla "Bunlar zaten zor sorular.Size göre değil." demiş oluyoruz.
Peki bu tip sorularla öğrencileri karşılaştırmak,çözmelerini sağlamak için neler yapmamız gerekir?Soruların zorluk derecesi hakkında bilgi vermememiz gerektiği bir gerçek.Tüm konuyu bitirdikten sonra değil belli bir kazanımı tamamladıktan sonra bu tip sorular yöneltebiliriz.Daha fazla zaman verebiliriz.Soruların daha önce çözdükleri sorulardan pek bir farkının olmadığını,biraz uğraşırlarsa yapabileceklerini söyleyebiliriz.Bu sayede onları daha fazla çabalamaya yönlendirebilir ve soru hakkında fikir sahibi olmalarını sağlayabiliriz.
Bir de durumu bir ebeveyn gözüyle değerlendirelim."Sen yapamazsın.","Bu sana göre değil,sana zor gelir." gibi cümleleri sarf ediyor muyuz?Ediyorsak da çocuklarımızın şevkini kırdığımızı da fark ediyoruzdur herhalde diye düşünüyorum. Prof. Dr. Ziya Selçuk'un dediği gibi onları koşullayarak problemleri çözmelerine engel oluyoruz.Tıpkı Danzing'in o soruların çözülemeyen iki soru olduğunu bilseydi uğraşmayacağı gibi.

Öğrencilerimizi  koşullamak yerine onları cesaretlendirerek öğretmenlik yapacağımız günler dileğiyle.







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Medya Mı Yöntem Mi Clark&Cozma Tartışması

İngiltere Eğitim Sistemi Ve Türk Eğitim Sistemi İle Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi

Eğitsel Video